SOSYAL FOBİ/AKUT SOSYAL STRES ESNASINDA DENEYİMLENEN DEPERSONALİZASYON VE DEREALİZASYON

Sosyal anksiyete bozukluğu olarak da bilinen sosyal fobi diğer insanlarla sosyal etkileşim içeren durumlara karşı duyulan sürekli bir korku hali ile karakterizedir. Bu kaygı bozukluğuna sahip bireylerde kaçınma, olumsuz benlik algısı, sürekli bir sosyal aksilik beklentisi, algılanan duygusal kontrol ve sosyal becerilerde düşüklük mevcuttur. Depersonalizasyon ve derealizasyon ise öznel bir gerçeklik dışı deneyimi olarak tanımlanır, kişinin kendi benlik algısından kopuşuna depersonalizasyon, dış dünyayı algılamadaki değişimlerine ise derealizasyon denir. Küçük bir örnekle açıklamak gerekirse depersonalizasyon yaşayan bir kişi kendisine ait olan duygu ve düşüncelerinden hatta bedeninden bile sıyrılarak tüm bunları sanki başkasına aitlermiş gibi dışarıdan izlediği algısına kapılabilir. Derealizasyon yaşayan biri ise zaman algısında yanılmalar (yakın zamanda yaşanan bir olayın üzerinden çok zaman geçmiş hissine kapılma, yahut tam tersi bir his), mekan ve nesneleri algılamada bozukluk, çevresinden ve önem verdiği kişilerden duygusal anlamda kopuk hissetme gibi durumları deneyimleyebilir. Bu iki durum genellikle yüklü ve kaldırması zor bir sıkıntının, stresin deneyimlendiği anlarda kişilerin maruz kaldıkları zorlu deneyimden korunmak amacıyla başvurdukları en son savunma mekanizması olarak görülebilir. Şu ana kadar edinilen bilgilere göre her ne kadar sosyal anksiyete bozukluğu ve depersonalizasyon, derealizasyon deneyimleri özel olarak birbirlerine tam manasıyla entegre olmamış olsalar da bazı klinik veriler depersonalizasyon ve derealizasyon semptomlarının sosyal anksiyete ile ilintili olduklarını desteklemektedir. Bu yazı içerisinde ben de yukarıda değindiğim kavramlar arasındaki bağlantıyı inceleyen bir araştırmadan bahsedeceğim.

Araştırma standart prosedürlerle ve testlerle sosyal anksiyete bozukluğu teşhisi koyulmuş (bunun yanında başka bir teşhisi olmadığı belirlenmiş) elli beş kişi ve sosyal anksiyete bozukluğuna sahip olmayan otuz dört kişi ile birlikte yürütülmüştür. Öncelikle tüm katılımcılara TSST testi uygulanmıştır. Bu standart testte katılımcılara sahte bir işe alım mülakatı ve mental aritmetik içeren topluluk önünde konuşma görevi verilmiştir. Test esnasında, hemen sonrasında ve bir hafta sonrasında katılımcılardan stres seviyelerini ölçmek amacıyla standart birkaç anket doldurmaları istenmiştir. Bunlara ek olarak katılımcıların depresyon, kişilik ve fizyolojik ölçümleri yapılmış, sosyal anksiyete semptomları kendi değerlendirmeleri ve uzman değerlendirmeleri göz önünde bulundurularak ölçülmüştür. Araştırmanın sonucunda TSST deneyimine atıfta bulunan tüm durumsal değişkenler, sosyal fobiye sahip olan bireylerden oluşan grubun durumu daha stresli olarak algıladığını göstermiştir, ve yine aynı grubun anksiyetesini ve korkusunu azaltma çabasıyla “safety behaviors“ olarak adlandırılan kendilerine rahatsızlık veren durumlardan kaçmak için uydurulan bahanelere diğer gruba oranla çok daha fazla başvurduğu görülmüştür, bunlarla paralel olarak deney haftası boyunca anksiyeteye sahip olan grubun maruziyet sonrası önleyici tedaviye daha yoğun katılım sağladıkları gözlemlenmiştir. Tüm bu bulgulara ek olarak araştırmanın başında tahmin edildiği ve hipoteze döküldüğü gibi sosyal anksiyete bozukluğuna sahip bireylerde deney esnasında -yoğun bir stres duygusuyla kuşatıldıkları anda- depersonalizasyon ve derealizasyon semptomlarının kontrol grubuna göre daha fazla açığa çıktığı görülmüştür.

Kaynakça:

Hoyer, J., Braeuer, D., Crawcour, S., Klumbies, E., & Kirschbaum, C. (2013). Depersonalization/derealization during acute social stress in social phobia. Journal of anxiety disorders, 27(2), 178-187.

Diğer Yazılarımız