TOPLUMSAL KİMLİK TEORİSİ: İÇ-GRUP YANLILIĞI

İç-grup yanlılığı; kişinin dahil olduğu grubu, o grubun üyelerini, özelliklerini ve ürettiklerini diğer gruplarla kıyaslayarak kendi dahil olduğu grubu “kayırma” ve üstün görme eğilimdir. Çalışmalar iç-grup yanlılığının kültürel grupların oluşmasıyla ortaya çıktığını gösterir. Başta küçük ve önemsiz sayılabilecek farkların gözlenmesiyle başlanan bu iç-grup yanlılığı zaman içerisinde grupların popülasyonlarının artmasıyla birlikte belirli bir davranışın sadece belirli bir grupla ilişkilendirilmesi ile sonuçlanarak daha da büyür ve bu önyargının daha da desteklenmesine sebep olur. Bu kişiler kendilerini diğer gruplardan ayrıştırarak, kendi benlikliklerine duydukları saygıyı güçlendirmeyi amaçlarlar. Yani, bu bireyler ne kadar önemsiz olursa olsun kendi gruplarının üstünlüğünü kanıtlamak için illaki bir sebep bulacaklardır. Aynı grup içerisinde bulunan insanlar yapılan herhangi bir iyi davranış için direkt olarak bu grubu paylaştıkları kişiler yapmış gibi onlara itibar ederler, yanlış bir davranış sergilendiği senaryoda ise aynı grupta oldukları kişileri hemen affetme eğilimindedirler. Örneğin, bir kişinin sınava giren herhangi bir katılımcının düşük not almasına şahit olduğunu düşünelim, böyle bir senaryoda eğer kişiler aynı sosyal grubu paylaşıyorsa bu durum sadece “kötü bir not alındı” olarak nitelendirilir fakat eğer kişiler farklı grupları paylaşıyorsa bu durum kişiye “aptal” lakabının takılması ile sonuçlanır.


Bu konuyu açıklayabilecek en iyi örneklerden biri sınıf öğretmeni olan Jane Elliot tarafından yürütülen “Bölünmüş Sınıf” deneyidir. Jane Elliot her ay öğrencilere dünyadaki önemli ve fark yaratan isimleri tanıtıyordu. 1968 yılında, o ayın önemli ismi ırkçılığa karşı sergilediği güçlü tutumla Martin Luther King seçilmişti fakat yine aynı yıl öğrenciler yeni tanıdıkları Martin Luther King’in idam haberiyle de karşı karşıya kalmış oldular. Elliot hem bu durumu açıklamak hem de ırkçılığın ne olduğunu anlatmak için öğrencileriyle bir deney yürütmeye karar verdi. Sınıftaki öğrencilerin hepsi beyaz olduğu için onları birbirinden ayırabilecek farklı bir fiziksel özellik bulmak zorundaydı. Bu noktada öğrencilerine danışmaya karar verdi ve göz renklerinin bir farklılık olabileceği cevabını aldı. Bunun üzerine sınıfı “kahverengi gözlüler” ve “mavi gözlüler” olarak ikiye ayırdı. Sayı olarak mavi gözlülerden üstün olan kahverengi gözlü öğrenciler, öğretmenlerinin de onların daha zeki ve öğrenme kabiliyetlerinin daha üstün olduğunu söylemesi ile birlikte bu duruma oldukça ikna oldular. Bu fikri daha da pekiştirmek için Elliot kahverengi gözde daha çok bulunan melanin pigmentinin zekayı ve öğrenme kabiliyeti arttırdığına dair bir yalan uydurdu. Bütün bu bilgiler üzerine üstün olduklarını fark eden kahverengi gözlü öğrenciler diğerleri üzerinde üstünlük kurmaya, onları zorbalamaya ve dışlamaya başladılar. Normal bir zamana göre çok daha basit hazırlanan sınavlarda bile kahverengi gözlü öğrencilerin gerçek performanslarının çok üstünde sonuçlar sergiledikleri gözlemlenirken bu durumun tam tersi olarak mavi gözlü öğrencilerin asıl performanslarına kıyasla çok daha başarısız oldukları gözlemlendi. Bu deneyin sonucunda Elliot öğrencilerinde ayrımcılığın onlara nasıl hissettirdiğine dair bir yazı yazmalarını istemiş ve onlara Martin Luther King’in ölümüne sebep olan durumun tam olarak bu olduğunu anlatmıştı.


Bu deney üzerinden anlatılacak olursa çocuklar fakat genel olarak yaş, dil, din, ırk, cinsiyet fark etmeksizin bütün insanlar bulundukları sosyal dünyalarını anlamak ve kendilerini belirli ortamlarla, kültürlerle ve tarihsel dönemlerle tanımlamak isterler. Kendi bulundukları gruplar onlara sosyal dünyayı ve bu dünyadaki yerlerini nasıl anlayacakları konusundaki gerekli bilgileri sağlar ve onlara bir aidiyet duygusu verir.


References

Bloom, Stephen G. Blue Eyes, Brown Eyes: A Cautionary Tale of Race and Brutality. 2021.

Verkuyten, Maykel. “Group Identity and Ingroup Bias: The Social Identity Approach.” 2021.

Diğer Yazılarımız