Üç Toplumun Hikayesi
“Apple” denildiğinde akla neden ilk olarak bir telefon markasının geldiğini hiç düşündünüz mü? Apple’ın küresel marka gücüne sahip, etki alanı geniş, devrimci ve yenilikçi, akıllı telefon devi olmasından bahsetmiyorum. Başarılı pazarlama stratejileriyle birlikte, marka adının basit ve akılca kalıcı olmasını da maalesef bir cevap olarak listeme alamıyorum. Belki, kültürel ve sosyal etkisinden bahsedecek olursanız bunu anlayabilirim. Sonuçta kendileri, teknolojinin ötesinde bir yaşam tarzı, statü ve kültürel sembol olarak birçok kişi için bir statü göstergesi olarak görülüyor. Böylece, markanın adı modern yaşamla da eş anlamlı hale gelmiş oluyor, lakin asıl cevap ne yazık ki bu da değil.
Benim cevabım ise şudur: “Apple” denildiğinde akla ilk olarak bir telefon markasının gelmesinin yegane sebebi, markanın teknolojik gelişim ve ürünler bağlamında küresel ölçekte ortak bir simge -hatta belki bir dil- haline gelmesidir.
Zaten her şey elma ile başlamadı mı? Tanrı, Adem ve Havva'ya iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yememeleri gerektiğini söyledi. Şeytan, yılan kılığına girerek Havva'ya yaklaştı ve Tanrı'nın onları kandırdığını, meyveyi yerlerse Tanrı gibi olacaklarını ve iyilikle kötülüğü ayırt edebileceklerini söyledi. Havva bu vesveseye uyarak meyveyi yedi ve ardından Adem'e de verdi. Tanrı, Adem ve Havva’nın itaatsizliğini öğrendi ve onları cennetinden, Aden Bahçesi'nden kovdu ve bu olay, insanoğlunun dünyadaki varlığının başlangıcı oldu.
Şimdiki zamandan 100 sene öncesini, 20. yüzyılın başlarını ele alalım. “Apple” denilince akla ilk gelen kavram, doğal olarak bir meyveydi çünkü o dönemin kültürel ve teknolojik bağlamı şu ankinden tamamen farklıydı. Dönemin teknolojisi, henüz günlük yaşantının merkezinde yer almıyordu ve markalar bugünkü kadar küresel ölçekte tanınan semboller da değildi. 1900’lerin endüstriyel üretim ve makinelerle sınırlı teknolojisi, henüz elektronik cihazlar ve bilgisayarlara sahip değildi. Dolayısıyla, günlük yaşam dilinde teknolojiye ait bilinen kavramlar oldukça azdı. Aynı zamanda, günümüzde olduğu gibi dünya genelinde yaygın bir marka bilinirliği de yoktu. Küresel şirketler, medya, reklamcılık ve pazarlama bu kadar gelişmediği için 20. yüzyılın toplumları büyük ölçüde tarım, sanayi ve zanaat gibi günlük yaşamın bir parçası olan, daha basit ve somut kavramlardan oluşuyordu; bu sebeple “apple” denilince akla gelen ilk şey, bir meyve türüydü.
Haydi gelin, şimdi biraz ilerisini düşünelim. Günümüzden 150.000 yıl sonrasını tahmin etmek, her ne kadar toplumsal, teknolojik ve kültürel evrimler bağlamında çok büyük belirsizlikler barı dursa da, sizlere birkaç senaryo önermek istiyorum:
Senaryo 1: Apple teknoloji devi olarak, gelişimlerini devam ettirip insan hayatının her alanına etki eden inovasyonlar yaratmayı sürdürür. “Apple” sözcüğü, bundan on beş yüz yıl sonra da teknoloji ile ilişkilendirilmeye devam eder, fakat o zamana kadar telefonlar, bilgisayarlar gibi kavramlar çoktan daha ileri teknoloji ürünlerine dönüşmüştür. Bu bağlamda marka, gelişmiş ileri medeniyetlerin teknolojik yaratıcılık sembolü haline gelir ya da teknoloji ile insan yaşamının birleşmesi anlamına gelen ileri teknoloji ile donatılmış bir yaşam tarzına dönüşür.
Senaryo 2: 150.000 yıl gibi uzak bir zaman diliminde, bugünkü kavramların tamamen unutulması ya da çok farklı anlamlara bürünmesi sonucunda “apple”, kültürel anlamda bir dönüşüme uğrar. Böylece, tarihsel bilgi olarak kalır ya da yeni anlamlar kazanır ve insanların makinelerle bütünleşmesini simgeleyen mitolojik bir figüre dönüşerek sembolik bir hale gelir.
Senaryo 3: Uzak gelecekte dil ve iletişim çok daha farklı hale gelir. 150.000 yıl sonra insanlar kelimeler yerine zihinsel ya da enerjik yollarla iletişim kuruyor olur ve “apple” toplumlar arasında evrensel bir iletişim sembolüne dönüşür.
Senaryo 4: 150.000 yıl sonra “apple” denilince akla yeniden elma meyvesi gelir. Yani, eğer insanlık teknolojiden uzaklaşıp doğaya dönük bir yaşam tarzına yönelirse, “apple” kelimesi asıl anlamı olan elmaya geri döner. Bu, post-teknolojik dünyada, teknoloji devi olan Apple artık unutulmuş, tarihin tozlu sayfalarındaki mezarına biletini almıştır.
Bütün bu senaryolar kulağa hem ilginç hem de olasılık dahilinde gelse de benim oyum dördüncü senaryodan yana.
H.G. Wells’in “Zaman Makinesi” adlı sosyo-kültürel eleştiriler ve yorumlar barındıran eserini okuyanlar bilir. Eserde 19. yüzyıl sanayi toplumu ve Eloi’ler ile Morlock’lar adında iki farklı insan türüne sahip gelecek toplumu olarak, toplamda iki ayrı zamanın dünya tasvirine yer verilir. 19. yüzyılın sosyal adaletsizlikler ve sınıf farklılıkları üzerine kurulu dünyasını gelecek toplumlarına yansıtan Wells, romanda sosyo-kültürel evrimin insanlığın gelişimi üzerinde nasıl etki edebileceğini derinlemesine bir şekilde okuyucuya anlatır.
Bu bağlamda, biraz da insan toplumunun zaman içindeki dönüşümünü ve sosyal sınıf ayrımlarının radikal sonuçlarını konuşalım. Günümüz toplumu, Sanayi Devrimi’nin etkisi altında şekillenmiş, sınıf farklılıklarının belirgin, teknoloji ve ilerlemenin etkin olduğu bir yapıdadır; sosyo-kültürel yönden bakıldığında ise teknoloji ve ekonomik refahı arttıran çalışmalar ile doludur, dolayısıyla toplumsal eşitsizlikler had safhadadır. Toplumun genel yapısı hiyerarşik, çatışmacı ve çalışmaya dayalıdır. Gelecek toplumu ise muhtemelen üst yüzeyde yaşayan, küçük, narin, pasif ve barışçıl varlıklar olacaktır. Gelişmiş bir teknoloji ya da yönetim sistemi gözlemlenmeyecek bu toplumun insanları, günlerinin büyük kısmını basit aktivitelerle geçirebilir, lakin entelektüel ya da sanatsal bir gaye içinde olmayabilirler. Böylece gelecek toplumu, entelektüel ve fiziksel olarak zayıf, pasif bireylere dönüşebilir.
Fiziksel yapıları küçük, narin ve zayıf bedenlerden ibaret olan gelecek toplumu, insan evriminde ileri bir noktada olmalarına rağmen fiziksel güçlerini kaybedebilir. Bu durumun altında yatan temel sebep, gelişmiş toplumların fiziksel mücadeleden uzak, kolaylaşmış yaşam şartlarıdır. Zihinsel ve entelektüel kapasiteleri gerilemiş bu toplum, bilim, sanat ya da felsefeye dair bir merak ya da yaratıcılık göstermeyebilir. Muhtemelen iletişimleri basit ve düşünce derinlikleri oldukça yüzeyseldir. Bu durum -yine aynı sebeple- zihinlerini zorlayacak zorluklar ve problemlerden yoksun bir yaşam sürmelerinin birer sonucudur. Toplumsal yapı yönünden gelecek toplumu, oldukça barışçıl bir ortamda yaşayabilir, fakat şiddet, çatışma ya da agresiflikten uzak olmaları sebepleriyle zayıf ve savunmasız varlıklara dönüşebilir. Onların zayıf ve tepkisiz doğaları, hayatta kalma mücadelesi gerektirmeyen bir dünyada yaşamanın sonucudur. Çocukça ve tembel yaşam tarzı ile gelecek toplumu, sorumluluktan uzak bireyler olarak günlerini yiyecek arayarak ve basit keyifler peşinde geçirebilir, ancak bu yaşam tarzı, zamanla her türlü üretici faaliyetten kopmalarına ve zayıflamalarına yol açacaktır.